---
Antibiyotiklerin büyük çoğunluğu, uzun yıllar boyunca karada yaşayan mikroorganizmalardan, özellikle de aktinobakterilerden elde edildi. Ancak, antibiyotiğe dirençli bakterilerin yaygınlaşmasıyla birlikte bilim insanları, bu mikroorganizmalara ek olarak yeni kaynaklar keşfetme arayışına girdi. Modern tıbbın en büyük tehditlerinden biri olan antibiyotik direnci, yeni ve etkili antibiyotiklere olan ihtiyacı her geçen gün artırıyor.
Bu doğrultuda, deniz ortamı gibi sıra dışı yaşam alanları büyük ilgi çekmeye başladı. Deniz altındaki basınç, sıcaklık ve tuz yoğunluğu, sucul mikroorganizmaların farklı ve çeşitli bileşikler üretmesine olanak tanıyor. Bu sebeple, bilim insanları denizlerde yaşayan aktinobakterileri inceleyerek yeni antibiyotik kaynakları bulmayı hedefliyor.
Bu yeni araştırma, özellikle Kuzey Buz Denizi‘nde yaşayan mikroorganizmalar üzerine odaklandı. 2020 yılında Kuzey Buz Denizi’nden çıkarılan aktinobakteriler, deniz ortamındaki ekstrem koşullara adapte olmuş ve benzersiz kimyasal bileşikler üreten mikroorganizmalar olarak dikkat çekiyor. Araştırmacılar bu mikroorganizmaları inceleyerek, yeni antibiyotik bileşiklerini keşfetmeye çalıştılar.
Frontiers in Microbiology adlı hakemli dergide yayımlanan çalışma, 4 farklı aktinobakterinin ürettiği bileşikler üzerinde laboratuvar testleri yapıldığını ortaya koyuyor. Bu testlerde, bakterilerin ürettikleri bileşiklerin enteropatojenik E. coli (EPEC) gibi insan sağlığını tehdit eden patojenler üzerindeki etkileri araştırıldı.
Çalışmada özellikle enteropatojenik E. coli (EPEC) adlı bakteri üzerinde yoğunlaşıldı. Bu bakteri, bağırsak hücrelerini etkileyerek, özellikle çocuklarda ciddi ishal vakalarına yol açıyor. Laboratuvar ortamında yapılan testlerde, iki aktinobakteri türünün bu bakteri üzerinde etkili olduğu gözlemlendi. Bu türlerden biri, bakterinin büyümesini tamamen durdururken, diğeri ise bakteriyi öldürmeden hastalık yapma yeteneğini engelledi.
Bilim insanları, bakteriyi öldürmeden hastalık yapma yeteneğini engelleyen bileşiğin daha avantajlı olabileceğini belirtiyor. Bunun sebebi, bakterinin büyümesinin tamamen durdurulmaması durumunda antibiyotik direnci geliştirme olasılığının daha düşük olmasıdır. Bu ikinci bileşik, gelecekte antibiyotiğe karşı direnç gelişmesini önlemede önemli bir adım olabilir.
Her ne kadar bu bulgular umut verici olsa da, bu bileşiklerin klinik kullanıma geçebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç var. Araştırmayı yürüten ekipten Helsinki Üniversitesi’nden Päivi Tammela, laboratuvar ortamında başarılı sonuçlar elde ettiklerini, ancak bu bileşiklerin insan üzerinde nasıl bir etki göstereceğini öğrenmek için daha fazla araştırma gerektiğini belirtti.
Tammela ayrıca, bu bileşiklerin yüksek miktarlarda üretiminin nasıl mümkün olacağı konusunda da belirsizliklerin devam ettiğini söyledi. Bu konuda yapılacak yeni çalışmalar, bileşiklerin daha geniş çapta üretilmesine olanak sağlayabilir.
Araştırmacılar, Kuzey Buz Denizi’nden elde edilen bu ilk sonuçların sadece bir başlangıç olduğuna inanıyor. Denizlerin derinliklerinde yaşayan mikroorganizmaların, henüz keşfedilmemiş birçok yeni kimyasal bileşik üretebileceği düşünülüyor. Bu bileşikler, antibiyotik direnciyle mücadelede önemli bir rol oynayabilir.
Denizlerin zengin biyolojik çeşitliliği, bilim insanlarına yeni ilaçlar geliştirmek için geniş bir potansiyel sunuyor. Özellikle Kuzey Buz Denizi’nde keşfedilen aktinobakterilerin ürettiği bileşikler, gelecekte birçok hastalığın tedavisinde kullanılabilecek yeni antibiyotiklerin temelini oluşturabilir. Bilim insanları, bu keşiflerin ilaç geliştirme sürecine entegre edilmesi için umutlu ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguluyor.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.